ROBERT FRANK, ROBERT FRANK'I ANLATIYOR
Robert Frank, Thames and Hudson, Photofiles series, 1991, Londra
İngilizce'den çeviren: Güven Güner, Mayıs 1998, İstanbul
1924. Zürih'te büyüdüm. Hatta Kasım'ın 9'unda orada doğdum.
1950. Amerika'ya hareket. Bir insan nasıl İsviçre'li olabilir?
1954. NewYork'ta evlilik. Adı Marry. İki çocuk. Pablo ve Andrea. Peru'da bir kaç ay. En sıradan şeylere bakmaktan hoşlanıyorum. Hareket eden şeylere. Biraz dedektif gibi. Yüzleri ya da yürüyüşleri ilgimi çeken insanlara bakıyorum.
Onları izliyorum. Ne olacağını merak ediyorum.
... Egzotizmin sonu.
1955. Amerika'yı bir uçtan bir uca. Bir yılda 500 kutu film.
Postaneler, 10 sentlik alışverişler, otobüs durakları. Ucuz otellerde uyuyorum. Sabahın yedisinde en yakın bara gidiyorum.
Sürekli çalışıyorum. Çok konuşmuyorum. Görülmemeye çalışıyorum. Bir gün Arkansas'ta bir polis beni durduruyor.
- "Burada ne yapıyorsun?"
- "Guggenheim bursum var"
- "Kim bu Guggenheim?"
Üç günümü hapiste geçirdim. Endişeli.
Bir başka zaman güneyde bir meslekdaş. Yine aynı soru.
- "Geziyorum, dolaşıyorum etrafta". Cebinden iri bir saat çıkardı ve "Ben bu kasabanın şerifiyim. Kasabayı terk etmek için bir saatin var." dedi.
Böyle şeylerin hep filmlerde olduğunu düşünürüz.
1958. Delpire "Amerikalılar"ı yayınladı. Eleştiriler kötü. Bu kitap fesat, sapkın, Amerikan aleyhtarı. Üzülmedim.
Daha çok hayal kırıklığı. Ama fotoğraflarımın kullanılmasından memnunum. Umut edebileceğim en iyi şey bu kitabın yayınlanmasıydı.
1960. Bir karar. Leica'mı kutusuna koydum. Beklemek, takip etmek, siyah-beyazın özünü yakalamak, yeter. Film yapıyorum. Şimdi vizörümde hareket eden insanlarla konuşuyorum. Kolay değil ve özellikle başarılı da değil.
1969. Marry ve ben ayrıldık... Hayat devam ediyor...
Haziran. Yolun sonuna Nova Scotia'a gidiyorum. Bir ev yapıyoruz. Deniz manzaralı. Pencereden dışarı bakıyorum. Sık sık. Uzun zaman. Fotoğraf makinem kutusunda duruyor. Bekliyorum.
1974. Andrea bir uçak kazasında ölüyor. Tikel'de, Guatamala.
1975. Kaliforniya'ya gidiyorum. Öğretmenlik yapıyorum. Haziran ve evleniyorum ve buzlu denize geri dönüyorum. Hayatta olmak güzel, değil mi? Film çekiyorum. Yaşayan, zar zor hayatta kalan insanlar, bir kulübede, bir adanın içinde. Kış geliyor.
Deniz fenerinin bekçisi, adanın tepesinde, bana havalardan bahsediyor ve daha önce nasıl olduklarından...
Annem çoğu zaman arkamda bıraktığım fotoğrafları saklamış. Ona işin en başındayken bile bana inandığı için şükran duyuyorum.
1977. "Hayat dans ediyor". Andrea ve Dane Seymour hakkında bir film. Bir daha hiçbir zaman geri gelmeyeceklerini ve seslerini hiç duyamayacağımı bilmek üzücü.
1983. Ekimin 2 si. Zürih'ten döndüm. Annemin cenazesinden.
Sabah Pablo'yu ziyarete gittim. Bronx State hastanesine.
Son filmim " Bu şarkı senin için Jack" bitti.
1972 den bu yana, filmler ve film projelerinden kalan zamanlarda fotoğraf çekiyorum.
Siyah beyaz ya da renkli. Bazen bir fotoğraf yapmak için bir çok fotoğrafı biraraya getiriyorum. Umutlarımı, küçük umutlarım, sevinçlerimi anlatıyorum. Yapabildiğim zaman biraz mizah ekliyorum. Fotoğraflardaki tüm tasvir edici öğeleri kaldırıyorum. Böylece kendimin ne olduğu daha iyi görünüyor. Negatifleri basmadan önce üstlerine yazılar kazıyorum: Çorba, güç, kör cesaret...
Dürüst olmayı deniyorum. Bu bazen çok üzücü. Şu anda dünyada Pazartesi. Öğleden sonranın başlangıcı. Haziran bir demirci dükkanı açıyor.
Daima ateşte bir demirin olmalı, birader.
...
Robert Frank'ın fotograflarını etkili yapan onun subjektivitesidir. Ondan önce, fotograf, değişik derecelerde tamlık ve yabancılaşma ile kendi doğruluğu içinde algılanan gerçekliğin aynasıydı.
Reporters "report" facts. Tanımı gereği gazeteciler olguları raporlar. Şahitlik ederler. Frank şahitlik etmez. Olguları göstermez de. Onun fotograflarında sadece kendisini görürsünüz. Tüm fotografları neredeyse birer oto portredir.
İşte Robert Frank'ın modernitesi; nerde olursa olsun, ne görürse görsün, onun hakkında ne düşünürseniz düşünün, kendisi gibi, samimi, silahsız, bazen biraz sıkıcı kendini göstermesi.
1924. Zürih'te büyüdüm. Hatta Kasım'ın 9'unda orada doğdum.
1950. Amerika'ya hareket. Bir insan nasıl İsviçre'li olabilir?
1954. NewYork'ta evlilik. Adı Marry. İki çocuk. Pablo ve Andrea. Peru'da bir kaç ay. En sıradan şeylere bakmaktan hoşlanıyorum. Hareket eden şeylere. Biraz dedektif gibi. Yüzleri ya da yürüyüşleri ilgimi çeken insanlara bakıyorum.
Onları izliyorum. Ne olacağını merak ediyorum.
... Egzotizmin sonu.
1955. Amerika'yı bir uçtan bir uca. Bir yılda 500 kutu film.
Postaneler, 10 sentlik alışverişler, otobüs durakları. Ucuz otellerde uyuyorum. Sabahın yedisinde en yakın bara gidiyorum.
Sürekli çalışıyorum. Çok konuşmuyorum. Görülmemeye çalışıyorum. Bir gün Arkansas'ta bir polis beni durduruyor.
- "Burada ne yapıyorsun?"
- "Guggenheim bursum var"
- "Kim bu Guggenheim?"
Üç günümü hapiste geçirdim. Endişeli.
Bir başka zaman güneyde bir meslekdaş. Yine aynı soru.
- "Geziyorum, dolaşıyorum etrafta". Cebinden iri bir saat çıkardı ve "Ben bu kasabanın şerifiyim. Kasabayı terk etmek için bir saatin var." dedi.
Böyle şeylerin hep filmlerde olduğunu düşünürüz.
1958. Delpire "Amerikalılar"ı yayınladı. Eleştiriler kötü. Bu kitap fesat, sapkın, Amerikan aleyhtarı. Üzülmedim.
Daha çok hayal kırıklığı. Ama fotoğraflarımın kullanılmasından memnunum. Umut edebileceğim en iyi şey bu kitabın yayınlanmasıydı.
1960. Bir karar. Leica'mı kutusuna koydum. Beklemek, takip etmek, siyah-beyazın özünü yakalamak, yeter. Film yapıyorum. Şimdi vizörümde hareket eden insanlarla konuşuyorum. Kolay değil ve özellikle başarılı da değil.
1969. Marry ve ben ayrıldık... Hayat devam ediyor...
Haziran. Yolun sonuna Nova Scotia'a gidiyorum. Bir ev yapıyoruz. Deniz manzaralı. Pencereden dışarı bakıyorum. Sık sık. Uzun zaman. Fotoğraf makinem kutusunda duruyor. Bekliyorum.
1974. Andrea bir uçak kazasında ölüyor. Tikel'de, Guatamala.
1975. Kaliforniya'ya gidiyorum. Öğretmenlik yapıyorum. Haziran ve evleniyorum ve buzlu denize geri dönüyorum. Hayatta olmak güzel, değil mi? Film çekiyorum. Yaşayan, zar zor hayatta kalan insanlar, bir kulübede, bir adanın içinde. Kış geliyor.
Deniz fenerinin bekçisi, adanın tepesinde, bana havalardan bahsediyor ve daha önce nasıl olduklarından...
Annem çoğu zaman arkamda bıraktığım fotoğrafları saklamış. Ona işin en başındayken bile bana inandığı için şükran duyuyorum.
1977. "Hayat dans ediyor". Andrea ve Dane Seymour hakkında bir film. Bir daha hiçbir zaman geri gelmeyeceklerini ve seslerini hiç duyamayacağımı bilmek üzücü.
1983. Ekimin 2 si. Zürih'ten döndüm. Annemin cenazesinden.
Sabah Pablo'yu ziyarete gittim. Bronx State hastanesine.
Son filmim " Bu şarkı senin için Jack" bitti.
1972 den bu yana, filmler ve film projelerinden kalan zamanlarda fotoğraf çekiyorum.
Siyah beyaz ya da renkli. Bazen bir fotoğraf yapmak için bir çok fotoğrafı biraraya getiriyorum. Umutlarımı, küçük umutlarım, sevinçlerimi anlatıyorum. Yapabildiğim zaman biraz mizah ekliyorum. Fotoğraflardaki tüm tasvir edici öğeleri kaldırıyorum. Böylece kendimin ne olduğu daha iyi görünüyor. Negatifleri basmadan önce üstlerine yazılar kazıyorum: Çorba, güç, kör cesaret...
Dürüst olmayı deniyorum. Bu bazen çok üzücü. Şu anda dünyada Pazartesi. Öğleden sonranın başlangıcı. Haziran bir demirci dükkanı açıyor.
Daima ateşte bir demirin olmalı, birader.
...
Robert Frank'ın fotograflarını etkili yapan onun subjektivitesidir. Ondan önce, fotograf, değişik derecelerde tamlık ve yabancılaşma ile kendi doğruluğu içinde algılanan gerçekliğin aynasıydı.
Reporters "report" facts. Tanımı gereği gazeteciler olguları raporlar. Şahitlik ederler. Frank şahitlik etmez. Olguları göstermez de. Onun fotograflarında sadece kendisini görürsünüz. Tüm fotografları neredeyse birer oto portredir.
İşte Robert Frank'ın modernitesi; nerde olursa olsun, ne görürse görsün, onun hakkında ne düşünürseniz düşünün, kendisi gibi, samimi, silahsız, bazen biraz sıkıcı kendini göstermesi.